1) Anonim ortaklığı, irade beyanına dayalı bir akittir. Şirket kurucularının şirkete giriş beyanını veya senedini imzalamaları akit için esas olan “icaptır” ve bu beyan veya senedin kurucular tarafından benimsenmesi de “kabul” dür. icab ve kabulün aynı zamanda birlikte olması şart değildir. 2) Şirkete ortak olmak isteyen kimsenin bu arzusunu sözlü veya yazılı beyan etmesi ve taahhüt ettiği payı vermesi o kişiyi şirketin ortağı yapar. Birçok İslam Hukukçusu açıkça belirtmiştir ki; gerek evlenme ve gerekse satış akdi yazılı bir şekilde olduğu takdirde “kabul meclisi” konunun yazılmış olduğu meclistir. Sonra tarafların irade beyanı ve bu beyanın ticari örfteki geçerliliği ve bağlılığı esastır. 3) İbn-i Teymiyye (Ö.728/1328) bu konuda özetle şunu söylemektedir: Akitler, akdin amacını gösteren her söz veya fiille gerçekleşir. Halkın satış ve icar olarak saydığı her şey satış ve icar kapsamına girer. İnsanlar kullandıkları söz ve fiillerde farklı bir duruma düştüklerinde, her toplum aralarında geçerli olan ifade ve fiillere göre sözleşme yapılır. Bunun için gerek şeriat (hukuk)ta ve gerekse dilde sürekli olan bir sınır yoktur. İnsanların dillerinin çeşitliliği gibi akitlerde de insanların kullandıkları deyimler de değişiklik gösterir. Yani burada geçerli olan akitteki mücerret. söz ve eylem değil, o toplumun veya dönemin cari olan örfü ve bunda kullanılan ticari düzenlemelerdir. 4) Allah alış-veriş ve şirketi helal kıldı. Her ikisinde de örfe başvurmak gerekir. Hz. Peygamber sav ve ashabından icab ve kabulle ilgili herhangi bir teknik tabir nakledilmiş değildir. Genellikle ticari kurallar her ülkede veya bölgede tüccarlar arasındaki örfe dayalı olduğu için bu hususta herhangi bir hata yapıldığı takdirde bir kasıt mevzu bahis olmadığı için Allah ü Teala tarafından bağışlanabilir. Yeter ki Kur’an-ı Kerim’de de açıkça ifadesini bulduğu gibi “De ki: Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir kısmını haram ve bir kısmını helal yaptınız. De ki; Allah mı size böyle izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” şeklinde bu ticari anlaşmalar helalı haram, haramı helal yapmasın. Cenabı Allah müşrikleri kendilerine izin verilmemiş işlemleri meşru yaptıkları için bu ayetle yermiştir. 5) İsa Abduh’un “bu gibi şirketleri İslam hukukunun kabul ettiğine dair bir bilgi yoktur” şeklindeki iddiası doğru değildir. Anonim ortaklık işlemlerinde İslam tarafından yasaklanmış faizlerden uzak olduğu zaman İslam’ca caizdir. Bu sistemin izlerini İslam hukukunun “inan” şirketinde yahut hem “inan ve mudaraba” şirketlerinde görmek mümkündür. 6) Bu konuda Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın bir değerlendirmesine ben de katılıyorum. “Bu kanuni şirketlerin aksak, istismara açık, haksız kazanç ve menfaat sağlamaya açık tarafları bulunmasına rağmen, bu mesele incelenmiş ve içinde bulunduğumuz şartlarda biz yeni kanuni (daha farklı kanuni) şirketler oluşturma imkanına malik olmadığımız müddetçe bu şirketleri Müslümanlar olarak bizim de kurmamıza ve biz İslam insanı olduğumuz için İslam insanına yakışan davranışlar içinde olduğumuz için bu şirketlerin kötüye açık kapılarından girmeyen insanlar olacağımızdan başkalarına örnek olacak bir biçimde bu şirketleri kurup işletmemizin hem caiz, hem de gerekli olduğu kanaatine varmıştır, ben de o kanaatteyim” 7) Önemli olan şirketin faaliyet sahasıdır. Zaten kuruluş esnasında da bu açıkça ifade edilir. Bu şirketlerin vazgeçemeyeceği ilk ve temel önemli bir şart var: Bu şirketler İslam’a aykırı bir hizmet, bir ticaret ve bir üretim için kurulamaz. Yani reddedilen şirketleşme değil, şirketin faaliyet sahasıdır. Faaliyet sahası İslam’ca uygun olduktan sonra ve belli teknik düzenlemeler yapıldıktan sonra ister bu şirket anonim, isterse yepyeni bir isim altında kurulmuş bir şirket olsun, İslam’ca bu şirket geçerlidir. Bu gibi şirketler kurarak ekonomik, ticari ve sınai birlikler oluşturmak bugün vazgeçilmez toplumsal bir zaruret olmuştur. 8) Gerek Müslümanların atıl durumdaki sermayeleri ve gerekse kanalize edilmeyen iş gücünün harekete geçirilmesi bireysel teşebbüslerle zorlaşmıştır. Ülke içinde başarılı olan bir teşebbüs, uluslar arası arenada bu imkanı yakalayamıyor. Nasıl ki, savaş tam organize edilmiş bir askeri disiplinle sağlanıyorsa, ekonomik savaş içinde olan İslam Ülkeleri de organizasyon bakımından dünyayı diz çöktürmüş uluslar arası şirketlerin yaptığını meşru alanda kalmak şartıyla yapmak zorundadırlar. Bireyin zorunluluk halinde kendisine her türlü kolaylık elini uzatan İslam, toplumsal zorunlulukta da aynı müsamahayı göstermekten geri kalmayacağına inanıyorum. 9) Şirketin yapısında gördüğümüz sıkıntıların çoğu şirketin yapısından çok, insandan kaynaklanan bir durumdur. Şüphesiz hileli yollar, aldatmalar, hıyanetler yalnız şirketlerde kendisini gösteren sıkıntılar değil, bu hayatın her sahasında görülen üzücü tutum ve hukuk sahalarda gayr-ı ahlaki davranan veya illegal hareket eden kişi ve kişiler pekala bunu iyi niyetle kurulmuş bir şirketin yapısında da yapabilirler. O zaman bizim itirazımız şirkete olmaktan çok insanadır. O halde her insanla ortaklık kurulmaz. Bundan dolayı herhangi bir Anonim ve Limited şirketlerinin kuruluşu ve sermaye artırımlarında “beyan esası getiren belgeler” arasında “Cumhuriyet Savcılığından alınan sabıkasızlık belgesi” ve “muhtarlıktan alınan fotoğraflı doğruluk kağıdı, nüfus cüzdanı sureti, ikametgah belgesi” ortağı ve şirket kurucusunu tanıma yönünden önemli bir harekettir. İslam şirketler hukuku derinlemesine incelendiği zaman sistemin şu hususlarda çok duyarlı olduğu hemen göze çarpar: a) Konulan sermayenin sıhhati b) Ortağın güvenilirliği c) Sermayenin kullanımı d) Kârın paylaşımı e) Seçilen iş kolunun ve ticaretin meşruluğu Bütün bu öngörülen hususları amaçlayan yeni isimler altında (limited, anonim, vs.) şirketlerin kurulması caizdir.